Sohbetin eski günlerden açılması benim için hem hatıralarımı anlatma imkanı verir iken hemde benim için nostalji oluyor.
Geçmişteki siyasetçi, iş adamı ve bürokratlar her akşam şehir kulübünde buluşurlardı.
Şehir kulübüne girmek, orda karın doyurup, içki içmek bile ayrıcalıktı.
Aksaray’a atanan doktor, hakim, savcı, banka müdürü; öğretmenler ve daire müdürleri önce şehir kulübüne uğrayarak muhit edinirdi.
Gelene hoşgeldin, gidene güle güle ziyafeti günlerce sürerdi.
Genç ve yaşlı fark etmezdi. Tüccar ve esnafın kalbur üstü olanlarıda her akşam şehir kulübüne uğreyip kafayı çektikten sonra evlerinin yolunu tutarlardı.
Sevinçte , kederde; ölünüzde dirinizde alkolden teselli bulmak moda idi.
Bugünün esnafı çok daha zengin, fazlaca insan istihdam ediyor, ithalat veya ihracat yapıyor ama; üzüntüsünü veya sevincini içki masasında aramıyor.
ZENGİN ŞÜKRETMEYİ ÖĞRENDİ.
Günümüzde zenginlerimiz öylesine çoğaldı ki bilhassa Anadolu kaplanları, aynı zamanda abdestli kapitalistlerin sembolü oldular.
Büyük iş anlaşmaları artık şerefe kadeh kaldırarak kutlanmıyor.
Her müsbet sonuçlanan iş görüşmelerinden sonra kadeh yerine takke; içki masası yerine seccade devreye giriyor ve şükür secdesi yapılıyor.
Türkiye cahiliye çağından kalma alışkanlıklarından kurtulmaya çalışıyor.
Banka müdürü büyük mevduat veya kredi müşterilerini artık içki masalarında ağırlamıyor.
Trilyonluk ticari anlaşmaların kuyruğu içki masalarında düzeltilmiyor.
Abdestli kapitalistler düzeni değiştiriyor.
HEM GÜLÜYORUM, HEMDE ACIYORUM
Herşeye isyan edip haytalık yapan gençleri televizyonda seyreder iken kendi geçliğimi hatırlıyor; hem gülüyor, hem de acıyorum.
1968-1969 yılları idi.
İstanbul’a Boğaz Köprüsü yapılacaktı.
Televizyon, internet ve cep telefonu yoktu.
“Mutlu azınlık rahat etsin diye İstanbul’a köprü yapıyorlar!...” dediler, bizede “Aferin” çektiler, bizde koştuk caddeye:
“Köprüye Hayır!...” dedik.
Biz ülkücüler “Hayır” dedik, öğleden sonra da solcular yürüdü “Köprüye hayır” dediler.
O tarihte en büyük düşmanımız toplum polisleri idi.
Polislerin başlarındaki miğferleri furuko markalı gazlı içeceğe benzediği için polislerin adı bizim aramızda “Furuko” diye anılırdı.
Bazen kendi kendime hesap sorduğum zamanlar oluyor: “İstanbul’u görmedim, köprüye niye hayır dedim” diye hem kendime kızıyor, hemde gülüyorum.
İnanın polisi taşlayan gençlerin çoğuna sorsanız; oracıkta neden bulunduğunu bile bilmezler.
Deli kan denen baş belası.
“Vatan elden gidiyor” diye ortalığı yakıp yıkanın psikolijik halini düşününce gençlere kızmıyorum; acıyorum.
İster 1968, isterse 2014 olsun hiç birşey farketmez.
Aynı insanlar, aynı emperyalist güçler “Hadi aslanım, hadi koçum!...” diyor, onlarda başlarını açıp koşuyorlar.
45 yıl önce polise taş atıyordum ve polise yuh çekiyordum.
Bugün gül atmak istiyorum.
“Allah Korusun” diye dua ediyorum....